Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir zamanda, uzak bir ülkede, harika sesi ve güzel müziğiyle ünlü bir bülbül yaşarmış. Küçük bülbül, tüm ülkeyi güzelliğini sesiyle taçlandıran bir sanatçı gibiymiş. Her gün, bülbülün şarkısı, yıldızlarla birlikte gökyüzünde dans eder ve herkesi mutlu eder, büyülermiş. 

Ülkenin imparatoru, bülbülün ününden haberdar olmuş ve onun muhteşem şarkısını dinlemek için sarayına davet etmiş. Bülbül, kraliyet sarayında da şarkısını söylemiş ve imparatorun kalbini fethetmiş. Kral, bülbülün sesini duyduğunda içini bir huzur ve  iyilik kaplamış, onun güzelliğine ve sesine hayran kalmış ve ona sarayda özel bir yer ayarlamış. Her sabah Bülbül’ün sesiyle uyanmaya başlayan Kral, artık çok daha mutlu ve sağlıklıymış artık ülkesini de çok daha iyi yönetiyormuş. 

Günlerden bir gün, İmparator’un Bülbül’e olan sevgisini bilen birileri, ona yaranmak için bir hediye getirmiş. Büyük bir kutunun içinde gelen hediye, bizim Bülbül’ü taklit eden, pırıl pırıl parlayan altın bir bülbülmüş. Altın bülbül, gerçek Bülbül’ün şarkısını taklit ediyormuş ancak onun çıkardığı seslerde ruh yokmuş. Buna rağmen imparator, ışıl ışıl parlayan altın bülbülü beğenmiş ve hatta zaman içinde onu tercih etmeye başlamış. 

 

Saraydaki diğer çalışanlar, Altın Bülbül’ün şarkılarının yapay olduğunu farkındaymış ama bunu İmparator’a söyleyememişler. Unutulan Bülbül, saray günlerini geride bırakarak, ülkenin en sevilen köşelerinde harika şarkılarını söylemeye geri dönmüş. Halk da onun sesinin altın bülbülden çok daha iyi olduğunu biliyormuş ancak bizim Bülbül yine de çok üzgünmüş. Geceleri yıldızlara şarkılar söylemiş.

Zaman böyle geçip giderken, bir gün, ülkede haberler yayılmış ve imparator ağır bir hastalığa yakalandığı ortaya çıkmış. Doktorlar, onun iyileşmesi için her türlü tedaviyi denemişler, ancak hiçbiri işe yaramamış. İmparator her gün biraz daha kötüleşiyormuş. Bunu duyan Bülbül, çok üzülmüş, minik kanatlarıyla hızla uçarak eski dostu olan İmparatorun yanına gitmiş. Pencereye konduğunda İmparator’un hasta yatağında kımıldamadan yattığını görmüş. Bülbül, hastalanan imparatorun odasına girerek üzüntüsünü anlatan bir şarkı söylemeye başlamış. Kısa bir süre sonra İmparator’un yogun gözleri açılıvermiş. Odaya dolan muhteşem şarkı, İmparator’un kalbini şifalandırmış ve ona huzur vermiş. 

Bülbül’ün sesinin güzelliğine kendini kaptıran İmparator “Ne kadar özlemişim bu sesi” diye mırıldanmış. Gerçek güzellik ve içtenlikle söylenen şarkı, imparatorun ruhuna dokunarak onu sağlığına kavuşturmuş.

İmparator, Bülbül’ün sesinin verdiği huzuru ne kadar özlediğini fark etmiş ve Bülbül’den özür dilemiş. Bülbül’ü sevgiyle yeniden sarayına kabul etmiş. Saray, yeniden gerçek müziğin sesiyle dolup taşmış ve herkes, bülbülün gerçek sanatının ve içtenliğinin ne kadar değerli olduğunu anlamış.

Andersen’den Bülbül masalı da burada bitmiş. Bülbülün şarkısı, imparatorun kalbinde sonsuza dek yaşamış ve tüm ülkeye gerçek güzelliğin ve sevginin gücünü hatırlatmış. Bülbül, artık sadece bir şarkıcı değil, aynı zamanda kalplerde yer eden bir dost ve sihirli bir sanatçıymış.