(Uyarı: Bu masal küçük çocukların hoşuna gitmeyedek ögeler içeriyor olabilir)
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde, yaşlı bir adam ve oğlu yaşarmış.
Günlerden bir gün, adamın oğlu ormanda dolaşırken, yanlışlıkla yolda yatan bir yılanın üzerine basmış. Yılan, bu ani acıyla şok olmuş ve adamın oğlunun bacağını ısırıvermiş. Oğlan, babasının yanına kadar gitmiş ama yılanın zehri nedeniyle çok hastalanmış. Olanları öğrenen adam bir hışım baltasını kapıp yılanın peşine düşmüş. Bir hamleyle yılanın kuyruğunu kesip atmış fakat yılan, bu olaydan sonra köyde bir korku salmış, adamın çiftliğine dadanarak hayvanlarına zarar vermeye başlamış. İnekler, öküzler; hepsi bu yılanın intikamından nasibini almış.
Yılan durmak bilmiyormuş. İnekleri korkutuyor, tavukları kaçırıyor her gece çiftlikte başka bir olay çıkarıyormuş. Adam, “Bu böyle gitmez,” demiş ve bir sabah yılanın yaşadığı mağaraya gidip, yılana seslenmiş. “Benim oğlum sana, sen de bana zarar verdin. Şimdi, her ikimiz de, hırslarımızı giderdiğimize göre ödeştik. Artık vazgeç intikam duygundan da bitsin bu düşmanlık!” demiş.
Yılan, karanlıklar içinde parlayan gözleriyle adama bakmış “Hayır, istemiyorum. Sende o evlat, bende de bu kuyruk acısı oldukça hiçbir zaman eskiye dönemeyiz. Affedebilirim belki, ama unutmam.” demiş.
Adam, kin ve intikam duygusunun ne kadar büyük sorunlara neden olduğunu o an anlamış. Masal da burada bitmiş.
Bu masal, bize incinmelerin belki affedilebileceğini ama asla unutulamayacağını hatırlatır. Yaşanan acılar ve yaralar, insanların ya da hayvanların hafızalarından kolayca silinmez. Affetmek ile unutmak arasındaki bu ince çizgiyi anlamamıza yardımcı olur. Ve kim bilir, belki de La Fontaine’nin 1600’lü yıllarda yazdığı bu masal, bir daha düşmanlık ve intikam peşinde koşmadan önce iki kez düşünmemize neden olur.