Bir zamanlar, güzel ve parlak bir dikiş iğnesi vardı. İğne, çok sivri ve parlak olduğunu düşünerek, kendini diğer iğnelerden daha üstün görürdü. Kendini bir dikiş iğnesinden daha fazlası olarak görürdü. Belki bir dikiş makinesi iğnesi ya da belki bir terzi iğnesi olabileceğini hayal ederdi.

Bir gün, iğne, bir parça ipliğin yardımı olmadan bir işe yaramadığını anladı. Bu durum iğnenin hoşuna gitmedi. İpliğe, iğnenin güzelliği ve keskinliği hakkında konuşmaya başladı. Ama iplik, iğnenin sözlerine hiç cevap vermedi. İplik sessizdi ve işini yapmaya devam etti. İğne bu duruma sinirlendi ve ipliği küçümsemeye başladı.

Bir gün, iğne kumaşa batırıldı ve bir halka yapıldı. Ama bu sefer iğne, iplikten ayrıldı. İplik kumaşa dolanmıştı ve iğne yalnızdı. İğne, ipliğin kendi işini yapmak için ona ihtiyacı olmadığını anladı. Ama iğne, ipliği olduğu gibi kabul etmedi. Ona kızdı ve onunla dalga geçti.

Bir süre sonra, iğne o kadar sert bir şekilde kumaşa batırıldı ki, ucu kırıldı. İğne artık işe yaramaz hale geldi. İplik ise, iğnenin kendisini aşağıladığına rağmen, işini yapmaya devam etti. İğne, ipliğin işe yaramaz olduğunu düşündüğü halde, iplik iğnesiz bile işini yapabiliyordu.

İğne, kendini ne kadar önemli ve üstün gördüğünü anladı. Ama iplik, sessizce ve sabırla işini yapmaya devam etti. İğne, sonunda, kendini ne kadar küçük ve önemsiz hissettiğini anladı. Ama artık çok geçti. İğne, ucu kırıldığı için işe yaramaz hale gelmişti.

Hans Christian Andersen’in “İğne ile İplik” masalı, gurur ve kibir hakkında önemli bir ders verir. Kendimizi ne kadar önemli ve üstün görürsek, aslında ne kadar küçük ve önemsiz olduğumuzu görmemiz o kadar zor olur. Ama sabırlı ve sessiz bir şekilde işini yapan iplik gibi, önemli olanın ne olduğumuz değil, ne yaptığımız olduğunu anlarız. Bu masal, aynı zamanda, başkalarını aşağılamadan önce, kendi değerimizi ve önemimizi anlamamız gerektiğini de öğretir.