Bir zamanlar, bir çocuğun oyuncak kutusunda yaşayan bir topaç ile bir top vardı. Top, parlak ve renkli bir desene sahipti, ve kutudaki en güzel oyuncak olarak görülürdü. Topaç ise sadece basit ve ahşap bir oyuncaktı, fakat onun hızı ve becerisi çocukları eğlendirirdi.
Bir gün, top topaçla konuşmaya başladı. Kendini kutudaki en önemli oyuncak olarak gördüğünü ve birlikte oynayabileceklerini söyledi. Ancak topaç, ona cevap vermedi. Topaçın sessiz kalışı, topu daha da büyüleyici ve çekici kıldı.
Günler geçtikçe, topaç daha fazla döndü, çocukların ilgisini daha fazla çekti ve daha fazla övgü aldı. Bu, topun kıskançlıkla dolmasına sebep oldu. Kendini daha fazla dayanamayan top, topaca bir gün evlenme teklif etti. Ancak topaç, yine cevap vermedi. Topaçın sessizliği ve soğukluğu, topun içinde daha da büyük bir aşk oluşturdu.
Sonunda, topaç ve top kutudan çıkarıldı ve birlikte oynatıldı. Topaç hızla dönerken, top yuvarlanıp durdu. Topaçın hızlı dönüşleri, topu daha da çok etkiledi. Ancak, topun bu hayranlık dolu bakışları arasında, bir çocuk topaçı alıp uzak bir yere attı. Topaç uçarken, top ise yerinde kaldı.
Top, topaçın geri dönmesini bekledi, ama o bir daha asla geri dönmedi. Top, topaçın gittiği yerde ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedi. Ancak, topaç hala bir yerlerde dönmeye devam ediyor olabilirdi. Top ise, kendisini kutudaki en önemli oyuncak olarak gördüğü halde, artık yalnız ve terk edilmiş hissetti.
Hans Christian Andersen’in “Topaç ile Top” masalı, aşkın ve kıskançlığın doğasını anlatır. Bu masal, aşkın bazen karşılıksız olabileceğini ve kıskançlığın bizi ne kadar yalnız ve mutsuz hissettirebileceğini gösterir. Masal, aynı zamanda hayatın ne kadar tahmin edilemez olduğunu ve bazen en beklenmedik şeylerin başımıza gelebileceğini de anlatır.