Uzak bir ülkede, masmavi gökyüzü altında bir kasaba varmış. Bu kasabada, mutlu bir şekilde yaşayan insanlar, bereketli tarlalar ve cıvıl cıvıl doğa vardı. Her yıl baharın gelmesiyle birlikte, leylekler de kasabaya gelirmiş. Göç mevsimi geldiğinde, leylekler her zaman aynı zamanda ve aynı sırayla hareket ederlermiş.
Leyleklerin gelmeye başlamasının bir hafta öncesinde, kasabadaki çocuklar ve büyükler bir telaş içinde hazırlıklar yaparmış. Leyleklerin yuvalarını yapması için evlerinin damlarında saman balyaları bırakırlarmış. Böylece, leyleklerin ev yapmasına yardımcı olurlarmış.
Kasabanın en küçük çocuğu da bu hazırlıklara katılırmış. Onun adı Peter’miş. Peter, leylekleri çok sever ve onların kasabaya gelmesini sabırsızlıkla beklermiş. Her gün, çatısından leylekleri izler ve uçmalarına hayranlıkla bakarmış.
Bir gün, Peter yanlışlıkla bir yavru leyleğin kanadına dokunmuş ve onu hafifçe incitmiş. Yavru leylek, uçmayı öğrenmeye çalışırken zorlanmış ve diğer leyleklerden geri kalmış. Peter, yavru leyleğin uçmasını sağlamak için elinden geleni yapmış, ancak başarılı olamamış.
Leyleklerin göç mevsimi gelmiş ve kasabadaki diğer leylekler, yuvadan ayrılmaya hazırlanmış. Ancak yavru leylek hala uçmayı öğrenememişti. Peter, yavru leyleğin kendi başına kalmasından endişe ederek, onu gizlice eve getirmiş ve bakmaya karar vermiş.
Günler geçtikçe, Peter ve yavru leylek arasında sıkı bir dostluk başlamış. Peter, yavru leyleğin bakımı için gereken her şeyi yapmış ve ona sevgiyle yaklaşmış. Yavru leylek de Peter’a minnettarlıkla bakmış ve onun yanında mutlu bir şekilde yaşamış.
Ancak bir gün, yavru leylek artık büyümüş ve uçmayı başarmıştı. Peter, onun artık vahşi doğaya geri dönmesi gerektiğini anlamıştı. Yavru leylek, Peter’a minnettarlıkla veda edip gökyüzüne yükselmiş ve diğer leyleklerin yanına katılmış.
Peter, yavru leyleğin uçmasını izlerken, içi buruk bir sevinçle dolmuştu. Onunla geçirdiği zamanın güzelliği ve öğrettikleri kalbinde sonsuza kadar yaşayacaktı. Artık yavru leylek özgürdü ve gerçek doğasına kavuşmuş.